Bir süredir Rize’de yerel basın arasında olup bitenleri, basının kendi içinde ve dışında yaşadığı sorunları yakından izliyorum. İnternet medyasının yaygınlaşması basında yeni isimlerin ortaya çıkmasına imkan sağladı, hatta sıradan vatandaşlar..
Bir süredir Rize’de yerel basın arasında olup bitenleri, basının kendi içinde ve dışında yaşadığı sorunları yakından izliyorum.
İnternet medyasının yaygınlaşması basında yeni isimlerin ortaya çıkmasına imkan sağladı, hatta sıradan vatandaşlar da sosyal medya hesapları üzerinden sorun gördükleri şeyleri paylaşıyorlar ve bunların bazıları son derece etkili oluyor. O nedenle literatüre ‘yurttaş gazeteciliği’ diye bir kavram girdi.
Bu durum ses duyurma açısından oldukça güzel bir gelişme ancak bunun zararlı , hatta tehlikeli yanları da var. Sosyal Mecralarda binlerce fake hesap mevcut ve bunlar sağa, sola olmadık iftiralar atabiliyorlar. Gelişen teknolojiler sayesinde bu iftiralar görüntü ve sese bile dönüştürülebiliyor. O nedenle birçok ülke bu tür şeylere karşı tedbir amaçlı yasalar çıkarmış durumda.
Türkiye’de de bu tür şeyleri önlemek için yasalar çıkarıldı. Dezenformasyon yasası da en son çıkan yasa oldu.
Ancak, gelin görün ki bu yasalar genellikle asıl amacından uzak, vatandaşları korumak yerine basının üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırılıyor. Sallandırılıyor diyorum zira; Basın tarafından icraatları eleştirilen bürokratlar, devletin makam verdiği memurları, siyasetçiler en sıradan bir eleştiriye dahi tahammül edemeyip hemen mahkemelere koşuyorlar.
Yargı maalesef yerelde bazı ikili ilişkilerin etkisi altında ve verilen kararlarda, yapılan haberlerin kamu yararı taşıyıp, taşımadığına bakmak yerine eleştirilen şahsın çıkarlarını gözetmek öncelik oluyor..
Bu iş o kadar çığırından çıktı ki, yerel bürokrasi merkezi bürokrasiden daha keyfi, daha yaptırımcı bir yolla basının araştırmaları sonucu yazdıklarını, gündeme taşıdığı sorunları açıklığa kavuşturmak yerine kendisiyle ilişkili gördüğü konuyu gündeme taşıyan basın mensubunu cezalandırma yoluna başvuruyor ve öncelikle (nasıl oluyorsa) anında habere erişim yasağı koyduruyor ve ardından da kişi hakkında dava yoluna başvuruluyor.
Her iki durumda da sonunda haberinizin, yazdıklarınızın doğruluğu ortaya çıksa da mahkemelerde sürünüyor, üstelik yasaların öngördüğü maddi yükü çekmek zorunda kalıyorsunuz.
Düşünün; zor ayakta tuttuğunuz bir haber sitesi sahibisiniz veya orada muhabir, yazarsınız; yaptığınız haber kime değiyorsa onun tarafından yargıya şikayet ediliyorsunuz ve haklı olsanız da ödemek zorunda kaldığınız para cezaları, dosya masrafları gibi şeyler yüzünden varınızı, yoğunuzu bu yolda harcıyor ve sonunda pes ediyor, suya, sabuna dokunmadan yazmaya başlayan bir kişisel reklam aracı haline dönüşüyorsunuz!
Sizi dava edenler ise devletin imkanlarından yararlanarak size ceza kestirmenin cakasını atıyor, sizin üzerinizden başkalarına gözdağı veriyorlar.
Bu tür şeyler yeni değil. Akparti iktidarının tek parti iktidarı olması nedeniyle basına uygulanan bu tür baskılar eskiye göre maalesef daha da artmış durumda.
Baskılar sadece mahkemeyle, yargı yoluyla olmuyor. Elinde ceza kesme gücü olan Valilikler, Belediyeler, Sağlık Müdürlükleri, İl özel idareler vs.gibi birimler de ellerindeki güçleri kullanarak idari para cezalarıyla haklarında olumsuz haberler yapan veya yazan basın mensuplarını sindirmeye çalışıyorlar.
Kaçkar TV olarak bu doğrultuda nice baskıyla karşı karşıya kaldık. Geçmişte yaşadıklarımız arasından bir, iki örnek vermek isterim;
İlk örneğim önceki dönemlerde Rize Belediye Başkanı olan Halil Bakırcı ile yaşadığımız bir olayla ilgili..
Bakırcı, aday olup seçildiğinde kendisine destek vermemiz nedeniyle şahsıma ve ortağım Osman Delihasan’a birçok ortamda teşekkür etmişti. Gerçekten de adaylığında ona önemli yayın desteğimiz olmuştu.
Aday adayı olarak kuruluşumuz Kaçkar TV’ ye geldiği günü hatırlarım.. O gün Refah Partisinin eski İl Başkanı Mustafa Demir’le birlikte kuruluşumuza gelmişti.
Seçim tarihi yaklaşmış, diğer aday adayları çoktan sahaya inmişti. O nedenle yoğun bir medya desteğine ihtiyaç vardı. Zira, Rize’de tanınan biri değildi, İstanbul’dan gelmişti.
Seçim bütçesini sorduğumuzda bize dediği şey şuydu: “Benim aşağıda eski bir aracım var, başka da bir şeyim yok! “
Şimdi o aracı hala duruyor mu bilmiyorum
Bakırcı’ya, (diğer adaylar gibi) Televizyomuz üzerinden fazlasıyla hizmet sunduk.
Üst üste Başkan seçildiği için uzun bir dönem birlikte çalıştık.
Bu sürede elbette aramızda bazı anlaşmazlıkların olması normaldi. Zira, neticede vatandaşın birçok sorunu belediye ve benzeri kurumlarla ilintili sorunlar..
Bizler vatandaşın her sorununu ekrana taşırken yerel yöneticilere karşı özenli bir dil kullanmaya, kırıcı olmamaya, çözüm odaklı davranmaya özen gösteriyorduk. Ancak (buna rağmen) siyasi Partiler gibi yerel yöneticiler de eleştirilere kapalı oldukları için bizlere yönelik çeşitli mobbing yollarına başvuruyordu.
Başkan Bakırcı, bir sokak ropörtajında mikrofon uzattığımız bir vatandaşımızın kendisine yaptığı eleştiriyi yayınladık diye bir gün kapımıza zabıta amiri Tüfekçi’yi gönderdi.
Zabıta amirinin elinde bir defter, makbuz gibi bir şey ve bir de fotoğraf makinesi.. “Hayırdır !” nedir sorun diye sorduğumda, verdiği cevap ilginçti; Meğer bizim yayın çanağımız kaçakmış! Uyduya gönderdiğimiz yayın çanağımızı kurarken belediyeden izin almamışız ve çevreyi kirletiyormuşuz!
Yani yıllardır uyduya yayın gönderdiğimiz çanağımız nasıl olmuşsa Başkan Bakırcı’nın gözünde birden kaçak hale gelmiş!
Haliyle olayın arkaplanını anlamıştık. Haberimize karşı Başkan Bakırcı bize cezayla gözdağı vermek istiyordu.
Zabıta müdürü uydurma gerekçeyle bize (hatırladığım kadarıyla) 40 bin TL. ceza keseceklerini belirtince tepkimizi koyduk ve bu durum karşısında bizler de söylenmesi gerekeni söyledik!
Sonuçta, bir ceza olayı yaşanmadı ama bu ve benzeri nice durumla karşı karşıya kaldık.
Bir başka örneğe gelince; Vaktiyle kendisine her türlü desteği verdiğimiz İmdat Sütlüoğlu denilen şahıs da ÇAYKUR Genel Müdürüyken kendisinden, kurum olarak yardım talebinde bulunan kadın futbol kulübü hocasına “bayan futbol takımına yardım etmek günahtır” şeklinde sözler sarfetmiş, bu kulüp hocası da Sütlüoğlu’yla arasında geçen konuşmayı spor programımızda dile getirmişti.
Bu açıklamaları birileri ulasal basına servis edince Sütlüoğlu söylediklerini inkar etti. Spor programında Sütlüoğlu hakkında söylediklerini baskıyla geri alan kadın kulübü başkanı ve yanındaki yalancı şahit olayı bizim aleyhimize çevirmişti.
Sütlüoğlu menfaat sağladığı basının yüzkarası bazı şerefsizleri de araziye sürerek aleyhimize kamuoyu oluşturmaya kalkmış, hakkımızda 300 bin TL. maddi tazminat davası açmıştı.
Sütlüoğlu, Cumhurbaşkanı tarafından kurumdan el çektirildikten sonra da bizi dava ettirmeyi sürdürmeye kalkmış, yalan üzerine kurulan bu davanın vekilliğini üstlenmeyi ekranlarımıza çıkardığımız eski bir baro başkanı da kabul etmişti.
Bu gibi olaylar sadece Ak Parti dönemine ait olaylar değil, Ak Parti iktidarı öncesinde de benzerlerini sıkça yaşadık.
Herkese ekranını açan bir kuruluş olmamız kolay hedef haline gelmemize yol açıyordu.
Rahmetli Nihat Mete’yi ekranlarımıza çıkarmamızdan haz etmeyenler, yaptığımız haberlerden, programlardan rahatsız olanlar yayınlarımızı kestiler, vericilerimizi kurşunladılar, stüdyomuzu bastılar. Bunları yapanlar sonradan sık sık parti değiştirip çeşitli yüzlerle karşımıza çıktılar.
30 Yıldır Rize’ye hizmet vermiş bir kuruluş olarak bugüne dek hiçkimseden ayakta kalmamız için zerre fayda görmedik, siyaset ise belirli gerekçelerle vaktiyle kendilerine en çok sövenlere yardımı tercih etti.
Her dönemde yaşadığımız nice olaylardan ötürü sonunda yayın hayatımızı sonlandırmak zorunda kaldık. Bu durum hiçkimsenin de umurunda olmadı!
Şimdi görüyorum ki, aynı geleneği daha da baskıcı yöntemlerle sürdürmek isteyen yerel yöneticiler var. Bu tür kişiler haklarında bir şey yazılınca, konuyu aydınlatmak yerine hemen mahkeye koşup yargıdan istedikleri sonuçları alıyorlar ve konuyu gündem eden basın mensuplarına ellerinden gelen kötülüğü yapıyorlar. Bunu yaparken de onlara muhtaç olduklarını düşünen kimi basın mensupları da olup biteni yandan seyrediyorlar.
Şunu belirtmeli ki; doğru işler yapan yöneticiler kendilerine yöneltilen eleştirilerden rahatsız olmazlar, bunların kimseden gizleyecek bir şeyleri olmayacağı için üzerlerinde hiçbir çamur izi kalmaz. Çamur, kasıtlı yazıp, çizenin üzerinde kalır.
Rize gibi küçük ilde doğru işler yaptığına inananlar, kendilerini haksız eleştirenlere ve kamuoyuna doğruları anlatarak onları kolaylıkla ikna edebilirler. Yanlış işler yapanlara ise diyecek bir sözüm yok. Onlar için sadece cesur, baskılardan yılmayan basın mensuplarına ihtiyaç var.!
Duyduklarım, takip ettiklerimden yola çıkarak söyleyecek olursam Rize’de bazı pis kokulu işler ayyuka çıkmış durumda. Haliyle bunlara el atmak çabasının görevi. Bundan neden gocunuluyor?
Demek isterim ki doğru işler yapanlar kendilerini yanlış şeyler yapanların sınıfına sokmasın, onlardan ayrı olarak şeffaf bir şekilde, iyi niyetle ortaya atılan iddiaların üzerine gidip, eleştirilere açıklık getirsinler..
Bundan kaybetmezler, bilhassa kazançlı çıkarlar..
Dürüst Basın mensupları da her şey değişse de Basına yaklaşımın hiç değişmeyeceğini kabul etsinler.
Gördüğüm kadarıyla dün ile bugün arasında fark yok. Yarınlarda değişir mi? İyimser değilim..