Cinsiyet, erkek ve kadın olma rolünün biyolojik yaratım ile Allah tarafından takdir edilmiş bir verili kimlik durumudur. Bu verili ve değiştirilemez durum, toplumsal anlamda yeni bir cinsiyet mühendisliğinin yapılmaya çalışıldığı..
Cinsiyet, erkek ve kadın olma rolünün biyolojik yaratım ile Allah tarafından takdir edilmiş bir verili kimlik durumudur. Bu verili ve değiştirilemez durum, toplumsal anlamda yeni bir cinsiyet mühendisliğinin yapılmaya çalışıldığı şu günlerde, meseleyi sosyolojik ahlâkî ve politik açıdan da gündeme almamızı zorunlu kılar. Bu bir zorunluluktur çünkü içtimai yapı içindeki roller, bu içtimai yapı içindeki organizasyonun yapı taşlarını hasılı ailenin en mukaddes kimliğini oluşturur. Toplumsal cinsiyet sosyolojisinin 1970’lerden sonra geliştiği dikkate alınırsa; gerek LBGT üzerine temellendirilmeye çalışılan Queer kuramı gerekse yirminci yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan feminist yaklaşımlar, toplumsal yapıyı kadın ve erkek kimliği üzerine bina edilmiş oluşumsal temelleri hedef alan ve bilim alanına sıçramaya çalışan kimlik saldırılarıdır. Allah tarafından takdir edilmiş patolojik yaratımlar bir biyolojik sorun da olabilir. Fakat meselenin geleneksel aile formlarını, siyasi iktidarları, yaygın sosyolojik organizasyon biçimlerini, kadın ve erkek kimliğinin dışında üçüncü, dördüncü kimlikler devşirerek bir politik saldırıya dönüştürüp bu çerçeveye indirgemek, küresel bağlamda yeni bir dünya düzeni inşa etme çabalarının marjinal tarafını teşkil eder.
Simone de Beauvoir’nın “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” ifadesinin çağımız açısından ne kadar tehlikeli ve varoluş problemlerini ne denli derin kaygılara sevk ettiğini hesaba kattığımızda Sezai Karakoç merhumun; kadının merhamet ve masumiyet çizgisinde anne ve Meryem olduğu vurgusunu hatırlamak gerekir. Buna rağmen illa politik konuşmak iktiza edecekse, kadının bir Nene Hatun ve Şerife Bacı olduğu tarihsel gerçekliğini günümüz açısından da göz ardı edemeyiz. Çünkü kadın; merhamet ateşinin yandığı o manevi asaletin timsali; erkek, kendisine emanet edilen kadının iffet ve asaletinin koruyucusu yani bir baba olarak varoluştur.
Dolayısıyla gündemdeki toplumsal cinsiyet tartışmalarının daha fazla politikleştirildiği ve sulandırıldığı düşünüldüğünde, iktidar odağının meseleye doğrudan özgürlükler karşıtı, despot ve baskıcı damgalamasıyla taraf edilişi, en küçük fırsatı değerlendirmekte geç kalmayan belirli kesimlerin, Türkiye’nin umudu nesilleri tehlikeli bir oyunun parçası yaptıklarının hazin hikâyesini görünür kılmaktadır. Zira bu mesele, sadece iktidarın sahiplenmesi gereken bir mesele olmayıp, sivil toplum kuruluşlarından, siyasi parti temsilcilerine ve toplumsal pek çok aidiyete kadar erkek ve kız çocuğu sahibi babaların/annelerin manevi ve geleneksel kodlarını doğrudan ilgilendiren bir meseledir. Eğer bu kimlik depremi bir kaosa dönüşürse; bir medeniyeti kaybetmekten de öte, telafisi mümkün olamayacak şekilde aile kaybeder, insanlık kaybeder.