RİZELİ ŞAİR VE YAZAR, ÖMER YAZICI’NIN BEKLENE (ASKOROZ) KİTABI ÇIKTI

ASKOROZ’DAN… Rizeli şair ve yazar RİŞAYDER Derneği kurucu Başkanı Ömer Yazıcı’nın askoroz kitabı çıktı.. Fırındaki en güzel günü yaşıyordum. Askorozluyu görme ihtimalim bile içimde inanılmaz bir heyecan büyütüyor ve ben..

RİZELİ ŞAİR VE YAZAR, ÖMER YAZICI’NIN BEKLENE (ASKOROZ) KİTABI ÇIKTI
Son Güncelleme: Whatsapp

ASKOROZ’DAN…

Rizeli şair ve yazar RİŞAYDER Derneği kurucu Başkanı Ömer Yazıcı’nın askoroz kitabı çıktı..

Fırındaki en güzel günü yaşıyordum. Askorozluyu görme
ihtimalim bile içimde inanılmaz bir heyecan büyütüyor
ve ben bu büyümeyle etrafıma gülücük dağıtıyordum.
Yüreğimde inanılmaz bir güzellikle kelebekler uçuşuyor
ve ben hiç tatmadığım bu güzelliklere esir olmuş üç beş
dakikada bir saate bakıyordum. Zamanın bu kadar yavaş
ilerlediğine daha önce hiç şahit olmamıştım. Her saat bir
asır gibi geliyor ve bir türlü akşam olmuyordu. Heyecanım
Muzaffer’inde dikkatini ekmişti. Ali ile birlikte yanıma
geldiler
“Hayırdır abla? Nedir bu telaşın?”
“Ne telaşı Muzaffer? Her zamanki ben işte.”
“He abla he. Her zamanki seni bilmiyoruz sanki. Ağzın
kulaklarına varıyor. Bu ne keyif böyle?”
“Bir şey yok Muzaffer.”
İkisinin yüzündeki o ince gülümseme benim yüzümün
kızarmasına sebep olmuştu. Ben ne kadar reddetsem de
Ali’de Muzaffer’de durumun farkındaydı. Utanmıştım. Sert
bir ifadeyle “Hadi işinize bakın. Millet ekmek bekliyor.”
“Tabi tabi bütün derdimiz milletin ekmeği zaten.”
Tezgâhın üzerindeki ekmek bıçağını elime aldım ve onlara doğru sallayarak
“Hadi işinize bakın vallahi keserim sizi.”
Bunu söylerken yüzümde gülücükler oluşmuştu. Aynı
gülücükler hem Ali’de hem de Muzaffer’de de vardı. Birbirlerine bakarak hamur haneye girdiler.

Hayatımın en uzun günüydü. Ama bitmişti işte. Akşamla
birlikte eve çıktım ve hemen odama geçtim. Bitmeyen gece
tam da orda başladı. Kendimle kaldığım her an olduğu gibi
Askorozlu İsmail hayalime düştü ve sabaha kadar da gitmedi. Ara ara kısa süreli uyuklayabilmiş ve o anlarda hayalimden düşebilen Askorozlu bu seferde rüyalarıma geliyor ve
bir şekilde her anımı dolduruyordu.
Aylardır değişmeyen bir döngüydü bu.
Sabah her zamankinden çok daha erken inmiştim fırına.
O kadar erkendi ki daha Ali henüz gelmemişti. Fırındaki
odasında uyuyan Muzaffer bile henüz uyanmıştı. Mahmur
gözlerle
“Abla daha horozlar ötmedi. Bu ne acele?”
“Uyuyamadım Muzaffer. Geldim işte.”
“Hoş geldin de…”
“Var mı gelen giden?”
“Yok abla. Karga bokunu yemeden düştün fırına. Bi sakin ol.”
“Tamam Muzaffer uzatma istersen. Uyuyamadım geldim işte ya.”
Muzaffere fırça atar gibi konuşmuştum ama çok da utanmıştım. Hani her tarafım ateşler içinde yanıyor ya da ben
öyle hissediyordum.
Yarım saat kadar oyalandım. Gelen giden yoktu. İçimdeki heyecan her geçen an büyümeye devam ediyordu. Neden
bilmiyorum Askorozluyu son gördüğüm yer olan mahzene
doğru yürümeye başladım. En azından orada biraz zaman
geçirir hem kendimle baş başa kalır hem de Muzaffer’in
alaycı bakışlarından kurtulmuş olurdum.
Öyle de yaptım. Fırından içeriye açılan geçitten geçerek
mahzenin kapısını yavaşça aralayıp İçeriye girdim. Bir
anda sert bir şekilde kolumdan çekildim o anda boğazıma
bir hançer dayandı ve bir elde ağzımı kapadı. Alçak bir ses
tonu ile “Sessiz ol, acımam keserim gırtlağını.”

Aylardır duymayı hayal ettiğim adamın sesiydi bu. Birkaç saniye içinde mengene gibi ağzımı kapatan el gevşedi
ve boğazımdaki hançer geri çekildi.
“Fatoş Hemşire?”
Korkudan dilimi yutmuş gibiydim. Konuşmak istiyor
ama dudaklarımı hareket ettiremiyordum. An olsun hayalimden düşüremediğim Askorozlu İsmail karşımda durmuş
endişeli gözlerle bana bakıyordu. Kısa bir süre öylece kaldık. Sonrasında Askorozlu “Fatoş Hemşire sen miydin?”
Şaşkınlığım hala geçememişti. Evet manasında başımı
salladım. Devam etti.
“Kusura kalma Fatoş Hemşire. Uyukluyordum. Kapının
sesini duyunca.”
Kekeleyerek “A-Askorozlu.”
“Bu kadar erken geleceğini düşünmemiştim. Tedbirim
ondandır. Kusuruma bakma.”
Konuşamıyordum.
Bir süre öylece gözlerine baktım. Sonrasında nasıl olduğunu anlamadan kollarım Askorozlunun boynuna dolandı.
Başımı göğsüne yapıştırıp sıkı sıkıya sarıldım. Hemen sonrasında Askorozlunun ellerini sırtımda hissettim. Büyülenmiş gibi bir süre öyle kaldık. Kendime geldiğimde bir adım
geri çekilerek başımı öne eğdim.
“Şey…”
“…”
“Ben… Özür dilerim.”
Başımı kaldırdığımda Askorozlunun bakışlarıyla karşılaştım. Gülümseyerek
“Sorun yok Fatoş Hemşire. Sizi korkuttum ben özür dilerim.”
Sözün bittiği yer tam burası diye aklımdan geçirdim.
Öyle utanmıştım ki hiçbir şey söyleyemiyordum. Askoroz-
lu sehpanın üzerindeki sürahiden bir bardak su aldı ve bana
getirdi.
“Su için. İyi gelir.”
Bardağı iki elimle tuttum. Birkaç yudum içtikten sonra
omuzlarımdan tutup beni yutağın kenarına getirdi.
“Oturun biraz. Korktunuz.”
Döşeğin kenarına iliştim. Bu halime sebep korku muydu? Heyecan mıydı? Sevgi miydi bilmiyordum. İki avucumun arasında sıkıştırdığım bardağımdan bir yudum daha su
içtim. Ar etmiştim. Yüzüm gözüm ateşler içinde yanıyordu.
Öylece başımı öne eğmiş kalmıştım.
“Tekrar özür dilerim Fatoş Hanım. Korkuttum sizi.”
Başımı kaldırdığım an göz göze geldik. Her zaman çelikten sert bakışları olan adamın gözlerinden sevgi ve merhamet dökülüyordu. Biraz kendimi toparlayabilmiştim.
“Şey. Ben boş bulundum özür dilerim. Öyle bir anda.”
“Önemi yok Fatoş Hanım. Kabahat benim sizi korkutum.”
“Yani öyle bir anda şey oldum. Yanlış anlamayın.”
“Tamam sorun yok.”
Askorozlu sorun yok diyordu ama siz onu birde bana
sorun. Hala yaptığıma inanamıyordum. Aylardır içimde biriken duygu yoğunluğu muydu bunu bana yaptıran yoksa
Askorozlu İsmail’e olan hayranlığım mı bilemiyorum. Ne
olduğunu bile anlamadan bir anda adamın boynuna sarılmıştım. Kendime inanamıyordum.
“Fatoş Hanım beni görmek istemişsiniz.”
“Aa evet. Size iyi haberlerim var.”
Gülümseyerek “Dinliyorum. Nedir konu?”
“Yeğeniniz Osman.”
Bir anda yüz ifadesi değişmişti.
“Buldunuz mu? Osman’ım nerede? Görebilir miyim?”

Hızlı bir şekilde bildiklerimi Askorozluya aktardım.
“O zaman hala Aspet’tedir.”
“Öyle olduğunu düşünüyoruz. Yeni haberlerin gelmesi
de yakındır.”
“Gerek yok Fatoş Hanım. Siz görevinizi yaptınız. Bundan sonrasını ben hallederim.”
“Yalnız bir şey daha var.”
“Nedir?”
“Bunları size anlattığımdan hiç kimsenin haberi yok.
Mahmut amcam konuyu öğrenmiştir ve muhtemelen sizin
duymanızı istemeyecektir. Zaten ondan dolayı sizinle bizzat görüşmek istedim.”
“Anladım da neden duymamı istemeyecek onu anlayamadım.”
“Sarı Margos’a bulaşmanızı istemiyor sanırsam.”
“Sarı Margos mu? Bu ismi birkaç kez daha duydum ben.”
“Evet Sarı Margos acımasız bir katil. Çok kalabalık ve
güçlü bir Ermeni çetesinin lideri. Hem Ruslarla hem de
Rum çetecilerle iş birliği yapıyor.”
“Onunda zamanı gelecek inşallah.”
“İnşallah. Şey, bir şey soracaktım.”
“Buyurun.”
“Buraya yani mahzene ne zaman geldiniz?”
“Gece yarısından biraz sonra buradaydım Fatoş Hanım.
Hasan haberi getirince sabaha kadar bekleyemedim.”
“Anladım. Şimdi ne yapacaksınız peki? Ruslar her yerde
sizi arıyor.
“Evet bunu biliyorum. Ama onlar Askorozluyu arıyor.
Beni tanımıyorlar.”
“Yine de çıkmasanız iyi olur.”

Tamam öyle yaparız. Akşama kadar burada beklerim
hava kararınca giderim.”
Bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Askorozlu gün boyu
burada hemen yanı başımda kalacak ve ben gün içinde
birkaç defa daha onu görebilecektim.
“Ben artık fırına geçeyim.”
“Tabi ki. İşlerinize geri dönün.”
Gülümseyerek oturduğum yerden kalktım. Tam kapıyı
açacakken arkamdan seslendi.
“Fatoş Hanım.”
Anında dönüp gülümseyerek başımı salladım.
“Teşekkür ederim. Beni mutlu ettiniz.”
Yine gülümseyerek başımı salladım ve mahzenden çıktım.
İçimdeki mutluluk o kadar büyüktü ki. Tarifi imkânsız
duygularla hamur hane ye girdim. Ve anında Muzaffer ve
Ali’nin alaycı bakışlarıyla karşılaştım.
“Hayırdır abla yüzünde çiçekler açmış.”
“Ne diyorsun Muzaffer?”
“Askorozlu diyorum. Ne konuştuysanız artık yüzünde
gülücükler açıyor.”
Ona doğru birkaç adım atarak
“Seni gebertirim bak.”
“He abla he. Beni gebert. Ali’yi gebert. Dünyadaki herkesi gebert tek Askorozlu kalsın.”
Muzaffer bunları söylerken yüzündeki o muzip gülümseme eksik olmuyordu. Bu adamla aylardır aynı yerdeyiz
onun bu keyifli tarafını hiç görmemiştim. Bir ara Ali’ye
baktım onun da durumu aynıydı. Bir süre öylece ona baktım.
“Abla valla ben bir şey söylemedim.”

“Siz var ya siz. Geberteceğim sizi.”
“Ali bir şey demedi abla günahını alma.”
“Ee.”
“Benim bir istihbaratçı olduğumu unutuyorsun abla.
Hem bakışların yüz ifaden hareketlerin o kadar çok şey anlatıyor ki.”
Daha fazla konuşamadım. Daha doğrusu konuştukça
batıyordum. Oradan çıkıp ekmek tezgahının olduğu yere
gittim.
Gün boyu Askorozlunun yanına birkaç defa daha gittim.
Kimi yemek götürmeyi bahane ettim kimi başka bir şey.
Her defasında Muzaffer ve Ali’nin alaycı gülümsemeleri ile
muhatap olsam da bu bile beni durduramıyordu. İçimdeki
heyecan öyle büyüktü ki hiçbir şeyi umursamıyordum.
Akşam ezanı saatlerinde küçük bir erzak paketi hazırlayarak yeniden mahzene gittim. Ve tabi Dünyanın en güzel
gülümsemesi karşıladı beni.
“Hoş geldiniz Fatoş Hanım.”
Gülümseyerek “Size yolluk erzak getirdim.”
O da gülümseyerek “Yolluk mu?”
“Evet giderken yersiniz.”
“Anladım teşekkür ederim.”
Altı üstü iki iki buçuk saat sürecek bir yolculuk için
yolluk hazırlamak da neymiş. Düşününce bana da komik
gelmişti. Ama onu görebilmek için bana bir bahane gerekiyordu. Ve yolluk o an için imdadıma yetişmişti.
Askorozlunun gülümsemesi durumun farkında olduğu
kanısını uyandırdı bende. Yine çok utanmıştım. Elimdekileri
sehpanın üzerine bıraktım. Kapıya doğru yönelerek
“Ben gideyim artık.”
Hiçbir şey dememesi üzerine yürümeye devam ettim.
Tam kapıyı açmıştım ki “Fatoş Hanım…”

 

 

Bir elim kapı kolunda anında yüzümü döndüm. Birkaç
adımda yanıma geldi ve hala açık olan kapıyı kapattı. Hiçbir şey söylemeden hatta hareket dahi yapamadan öylece
onu izliyordum. Karşıma geçip iki omuzumdan tuttu. Bir
süre öyle göz göze kaldık. Sonra uzanıp alnımdan öptü ve
ellerimi avuçlarının içine alarak
“Her şey için teşekkür ederim Fatoş Hanım.”
Şok olmuştum. Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi
bilemedim. Askorozlunun bu hareketiyle şapşala dönmüş
kıpırdayamıyordum. Başımı kaldırabilecek gücü bulduğumda ise göz göze geldik. Ellerim hala avuçlarındaydı. İki
elimle birlikte ellerini kuvvetlice sıktım ve anında kapıyı
açıp koşarak mahzenden çıktım

İLGİLİ HABER

RİZE’DE USTA ELLER “ÇAY DİYARINDA BULUŞUYOR” EL SANATLARI GÜNLERİNDE USTA KALEMLER ŞAİR VE YAZARLAR İMZA GÜNÜ

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

betnis giriş
betnis
yakabet giriş